Yaz mevsiminde, bazı arı türlerinin saldırılarından dolayı, açık havada yemek yemek bir eziyet haline geliyorken, arıların bir üretimi ve sofralarımızın vazgeçilmezi olan “bal” ise kahvaltımıza lezzet katmaya devam ediyor. İşin içine girip biraz araştırdığınız zaman, sevimli sevimsiz, 16.000 arı cinsinin olduğunu öğreniyorsunuz. Arılarla ilgili bilinmeyenin sadece cinslerinin sayısı değil. Bakın arılarla ilgili daha neler öğreniyoruz:
16.000 arı cinsinin çoğunu yalnız yaşayan türler oluşturuyor. Bunların sadece yaklaşık yüzde 5’i topluluk yaşamı sürdüren sosyal böcekler olarak tanınıyor. Toplu halde yaşayan arıların büyük çoğunluğunu ise bal arıları oluşturuyor. Tek bir arı kovanında yaklaşık 80.000 adede kadar arı bir aile ya da koloni olarak yaşayabiliyor. Bir arada yaşayan arı sayısının bu kadar çok olmasına rağmen aralarındaki olağanüstü iş bölümü ve disiplin sayesinde, kovan içinde hiçbir karmaşa yaşanmıyor ve kovandaki işlerde hiçbir aksama da olmuyor.
Bir kovanda işçi arılar, kraliçe arı ve erkek arılar bulunur. Bir bal arısı kolonisi sayı olarak, bir kraliçe, birkaç yüz erkek arı ve 10-80 bin işçi arıdan oluşur. Görünüş olarak birbirinden farklı olan bu üç arıdan kraliçe arı ve işçi arılar dişidir.
Her kovanda kraliçe arının salgıladığı kimyasal bir madde vardır ve bu madde kovandaki bütün arılar tarafından tanınır. Ayrıca kovandaki bütün arılar da bu maddeyi kraliçeden alarak kraliçe ile aynı kokuya sahip olurlar. İşte bu madde sayesinde aynı kolonideki bütün bireyler birbirlerini kolaylıkla tanırlar. Dolayısıyla dış görünüş olarak birbirlerine çok benzemelerine rağmen kovana giren herhangi bir yabancı arı kolayca tanınır ve kovandan dışarı atılır ya da öldürülür.
Erkek bal arıları dişilerden iridirler. Ancak erkek arıların iğneleri olmadığı gibi, kendileri için besin toplayabilecek organları da yoktur. Tek fonksiyonları kraliçe arıyı döllemektir. Erkek arılar kraliçeyle çiftleştikten sonra, üreme organları olan endophallus’un kraliçenin içine yapışmasından dolayı, bellerinin kopmasından dolayı ölürler.
Ana arı olarak da bilinen kraliçe arı 16 günde, işçiler üç haftada, erkek arılar ise işçilerden günlerce sonra ancak erişkin durumuna gelebilirler. Erişkin ana arılar, içlerinden yalnızca bir tanesi kovanda kalıncaya değin kıyasıya dövüşürler. Erişkin olan yeni ana arı kovanın eski ana arısına saldırır. O da yeni bir koloni kurmak üzere bir sürüyle birlikte kovanı terk eder. Buna arıcılıkta oğul verme denir. Bu şekilde arı kolonisi ikiye bölünmüş olur.
İşçi arıların sorumluluğunda olan kovan temizliği arıların ve larvaların sağlığı açısından çok önemlidir. Arılar kovanda gereksiz gördükleri her şeyi dışarı taşırlar. Taşıyamayacakları kadar büyük olan ve kovana dışarıdan giren böcekleri de öldürürler ve bu ölüyü “propolis” ile kaplayarak bir nevi mumyalama işlemi yaparlar. Propolisin özelliği, içinde bakteri barınamamasıdır. Yani mumyalama işi için ideal bir maddedir.
1943’de Avusturyalı zoolog Karl von Frisch’in yayınladığı bilimsel makaleye göre işçi arılar diğer arıları uyarmak için dans etmektedirler. Yapılan dairesel bir dans bulunan yiyeceğin yakında olduğunu, sağa ve
sola sallanarak yapılan dans ise bulunan yiyeceğin uzakta olduğunu ifade etmektedir.
Hollandalı bilim adamı Jan Swammerdam’ın kovandaki büyük arıyı inceleyerek yumurtalıkları keşfetmesi tarihi olan 1660’lara kadar, kraliçe arının kovanın kralı olduğu düşünülmüştür. Böylece kraliçe arının görevinin sadece üremek olduğu anlaşılmıştır. Kraliçe arı bütün ömrü boyunca hiç durmadan yumurtlamakta ve hiç de zeki olmayan erkek arılardan 70 milyondan daha fazla sperm toplamaktadır.
Bal arılarının yetenekleriyle ilgili ilginç buluşlar da vardır. Avustralyalı araştırmacılar bal arılarına siyah – beyaz resimler göstererek yaptıkları çalışmalar sonucunda, onların insan yüzlerini ayırt edebildiklerini keşfetmişlerdir. A.B.D.’de Los Alamos Ulusal Laboratuarında çalışan bir gurup bilim adamı arıları patlayıcı maddeleri tanımaları için eğitmeyi bile başarmışlardır.
Diğer ilginç bir bilgi olarak, “bal” veya kelimesini içeren “balayı” (veya İngilizce “honeymoon”) ifadesi de bal arılarıyla ilgilidir. Bu ifade kuzey Avrupa ülkelerindeki bir gelenekten kaynaklanmıştır. Bu bölgedeki yeni evliler bir ay boyunca, bal likörü olarak da adlandırılan, mayalandırılmış bal ve sudan yapılan alkollü bir içki içerlermiş.
Nemi çekmesi ve emmesinden ve de asla bozulmaması gibi bir özelliğinin olmasından dolayı, bal, I. Dünya Savaşında çok değerli bir iyileştirme aracı olarak, askerlerin yaralarının iyileştirilmesi için de kullanılmıştır.
Yaban arısı zaman aralıklarını tahmin etme becerisine sahiptir. Araştırmacılar belli zaman aralıklarında sunulan tatlı ödüllere tepki olarak bu arıların aynı aralıklarla dillerini uzattıklarını tespit etmişlerdir.
Güneydoğu Asya’da, Bengaldeş ve Tayland arasında yer alan Myammar’da bir mağarada amber içinde bozulmadan kalmış olarak bulunan “Melittosphex Burmensis” dünyanın en eski tür arısı olup, yaklaşık 100 milyon yıl önce yaşadığı tahmin edilmektedir.
Bir arı size yaklaşırken duyduğunuz vızıltı sesi aslında arının dört kanadının dakikada 11.400 kez çarpma sesinden başka bir şey değil. Böyle bir kanat yapısıyla arılar saatte yaklaşık 15 mil hız yapabiliyorlar.
Son olarak, eski bir kocakarı inancına göre, evinize giren bir bal arısı da size gelmekte olan bir misafirin habercisiymiş. Arıyı öldürürseniz gelen misafir size hiç de huzur veren bir misafir olmayacakmış. Sözün kısası, huzur getiren bir misafir istiyorsanız, evinize giren bal arısını kahvaltınıza davet etmek en iyisi… Bizden söylemesi…